Belgesel sinemanın zamanla kurduğu ilişki üzerine yaygın kanaat, zamanda-mekanda olanın kaydını tutmak, kaydı tutulan bu zaman-mekanın hikayesini anlatmak, bu yolla bellek inşa etmektir. Diğer bir deyişle, belgeseller sayesinde olayların kaydı tutulur, zaman-mekan içinde (tarihsel olarak) olanlar kayıt altına alınmış olur; bu olayları(n) zamanında yaşayanlar, gerektiğinde hatırlamak için bu belgesellere başvurur, belleklerini tazeler veya yeniden inşa ederler. Söz konusu zamanı, ya o zamanda dünyada olmadığı için ya da o mekandan uzakta olduğu için yaşamayanlar da bu vesile öğrenirler, konuyla ilgili belleklerini kurarlar. Bu kanaat üzerine düşünmeli… Bu bağlamda, Agnes Varda’nın sine-otobiyografisi Agnes’in Plajları bellek imgeleri üzerine kurulu anlatısıyla bizi pek çok soru sormaya sevk eder. Sinemayı oluşturan zaman-mekan-hareket blokları kişisel geçmişe doğru nasıl yönelir? Varda’nın kendini yeniden kurduğu bu otobiyografik filminde zaman nasıl inşa edilir, ritim nasıl kurulur, sinema bellek arası bağlar nasıl dokunur? Kişisel tarihler, bir yanıyla dostlukların tarihidir. Demonik bir çağrıya kulak vererek, Agnes’in Plajları filminde zaman-bellek-dostluk üzerine gitsek, neler bulur, neler tartışırız? Sinema ve bellek arası denk ve gözenekli bir ilişki üzerinden dostluk üzerine ne söylenebilir?