Phoenix Yayınevi, Ankara, 2014
Nazi Almanyasının uyguladığı Yahudi soykırımı neticesinde, Avrupa Yahudileri zorunlu göçlerle gettolara, çalışma ve imha (toplama) kamplarına gönderildiler. Nazilerden kaçmayı başarabilen Yahudi aileleri ise hayatlarını sığınaklarda gizlenerek geçirmek zorunda kaldılar. Yaşam koşullarının fiziksel ve psikolojik olarak mutlak bir yoksunluk taşıdığı “holokost” dönemi, II.Dünya Savaşı‟nın Yahudiler üzerindeki etkisinin en şiddetli noktasına ulaştığı bir süreç olarak oyun kavramını ve çocukluk dönemini yeniden kurguladı.
Çocuklar, holokost yıllarında kendilerini iyi planlanmış, çok yoğun bir baskı altında buldular. Oyunlar ise çocukların içinde bulundukları koşulları yansıtıyordu. Oyunlar, çocuklar için bir gerçeklikten ve ciddiyetten kaçma aracı değil, tam tersine gerçeğe uyum sağlama imkanı oluşturan etkinliklerdi. Holokost yılları yetişkinler için sonsuz bir üzüntü kaynağıydı. Daha önceki yaşam koşullarını özleyen yetişkinler, içinde bulundukları ortamı sindiremiyorlar ve kendilerini süreğen bir çöküntü içinde hissediyorlardı. Oysa yazar, oyunlar sayesinde çocukların holokostun olağanüstü koşullarına daha yaratıcı ve etkin şekilde uyum sağlayabildiklerini ifade ediyor. Çocuklar, etraflarını kuşatan şiddet dolu ortamı oyunlar sayesinde sindirebiliyor ve başa çıkma, uyum sağlama, hayal kurma gibi birçok hayati gereksinimi oyunlar sayesinde sağlıyorlardı.
Kitap, holokost yıllarında yaşanan oyun ve çocukluk deneyimlerini anlayabilmek için genel oyun kuramlarından yararlanıyor. Diğer taraftan holokost yıllarındaki oyunun doğası, var olan klasik oyun kuramları hakkında yeniden düşünmemizi sağlayarak okuyucuya akademik bir eleştiri sunuyor. Kitabın ana ekseni çocukların oyunları olsa dahi, yetişkinlerin oyun ve eğlenceye ilişkin deneyimlerinin holokost yıllarında nasıl değiştiğine de değiniliyor. Ayrıca getto ve kamplardaki yöneticilerin çocuklara ve oyunlara karşı geliştirdikleri tutum, holokost döneminin en dokunaklı ikilemlerinden birini yansıtıyor. Yollara saçılmış cesetlerin, işkencenin ve keyfi cinayetlerin normalleştiği bir ortamda, oyun bahçeleri inşa etmek için çabalayan kişiler, hayata tutunmak ve var olan koşullara uygun olarak hareket etmek konusunda ahlaki bir ikileme düşüyorlar.
Son olarak kitap, holokost yıllarından sonra sağ kurtulmayı başarmış çocukların kendi yetişkinliklerindeki deneyimlerini de sorguluyor. Anormal bir çocukluk yaşamış bireylerin, birer ebeveyn olarak, normal koşullar altındaki kendi çocuklarıyla iletişim kurmalarındaki zorluklar, holokost yıllarının etkisinin ne kadar uzun dönemli ve derin olduğunu ortaya çıkarıyor.
Holokost yıllarında yaşananları ilk elden okuyucuya aktarabilmek için holokost yıllarında tutulmuş günlüklere, arşivlere ve holokost yıllarından sağ kurtulmayı başarabilmiş kişilerin sözlü ifadelerine başvuruluyor. Ayrıca kitap, oyun kuramı ve eğlenceye ilişkin oldukça geniş bir akademik bibliyografyadan yararlanıyor.
“Holokost Yıllarında Çocuklar ve Oyun”, II. Dünya Savaşı‟nı oldukça ilginç bir bakış açısıyla değerlendiren bir kitap olarak, Türkiye‟de çocuklar ve savaş koşullarına ilişkin yayınlanmış olan seçkin kitaplar arasında yer alacaktır. „Nazi Almanyası‟, „olağanüstü koşullarda çocukluk‟, "oyun kavramı‟, "baskı altında toplum ve eğlence‟ gibi konulara ilgi duyan okuyucular, kitabın farklı bakış açısından yararlanabilirler. Diğer yandan “Holokost Yıllarında Çocuklar ve Oyun”, uluslararası politikada kullanım alanı her geçen gün artan “soykırım” kavramına yönelik dokunaklı bir belgesel niteliği taşıyor. Tarihin bilinen en büyük soykırımının, ailelerin ve bireylerin hayatlarına nasıl etki ettiği, kitabın güçlü anlatımı ve ayrıntılı dokümantasyonuyla okuyucuya aktarılıyor.